Bu Blogda Ara

2 Haziran 2018 Cumartesi

GÖÇ VE GÖRÜNTÜ





 Bu konu ile ilgili araştırma yaptığımda karşıma çıkan tek güzel görüntüydü ‘göç göç çiçeği’. Sarı yaprakları açtığında, artık oradan ayrılma vaktinin geldiğini haber verirmiş insanlara…
   Diğer görseller ne yazık ki bu kadar sempatik değildi. Yoğun çok yoğun insan kalabalığı… Sıra sıra… Büyüğünden küçüğüne, yaşlısından gencine… Hepsinin elinde bir zamanlar, bir evin köşesine, duvarına ait eşyalar, bohçalar… Sürekli yürüyorlar. Geniş arazilerden, toprak yollardan, ağaçlardan, otlardan, dağlardan, duvarlardan geçiyorlar ama sürekli yürüyorlar.  Sonra küçük bir çocuk çıkıyor karşıma. Ailesi yolda ilerlerken bir kenarda durmuş, arkadaşlarıyla oyun oynamaya çalışıyor. Doğrusu, çocuklara ‘göç’ü anlatamazsınız. Bir başka fotoğraf daha görüyorum. Önde yine küçük bir çocuk, arkasında belki on beş-yirmi tane deve… Ama bu sefer durumdan pek şikayetçi değiller gibi. Gitmek istedikleri için gidiyorlar.
   Birkaç tıklama sonrasındaysa göçebe yaşayan bir halk çıkıyor karşıma… Çingeneler… Neşeli, mutlu, özenilesi bir hayatları var gibi. Bir gün oradalar, üç gün burada. Dans etmeyi, şarkı söylemeyi de ihmal etmiyorlar. Aklıma hemen Tony Gatlif’in filmleri geliyor. Birçok filminde çingeneler ve onların göçebe yaşamlarını konu edinen yönetmen ‘Sürgündekiler’ filminde ise ‘tersine göç’ kavramını ele almıştır. Fransa’da yaşayan bir gencin, kız arkadaşı ile birlikte kökenini aramak için Cezayir’e yaptığı yolculuğu konu ediniyor. Trenle başlayan bu yolculuk, bazen yürüyerek bazen otobüsle son olarak da gemiyle son buluyor. Bu süreçte birçok insanla da tanışıyorlar. Cezayir’e girdikleri sahne ise kuşkusuz filmin en etkileyici sahnelerinden birisi. Kendisi de Cezayir asıllı olan Fransız yönetmen Gatlif, bu filmin çekim sürecinde ilk defa Cezayir’e gitme şansı bulmuştur. Filmde konu edindiği olayları aslında kendisi de yaşamıştır.
    Bu filmi izlemeden önce açıkçası ‘tersine göç’ kavramını hiç duymamıştım. Göç eden insanların fotoğraflarına da hiç bu kadar detaylı bakmamıştım, onların hislerini anlamaya çalışmamıştım. Fotoğraflar ve filmler bizlere bilmediğimiz bu gibi sorunları, olayları, yaşamları; etkili ve anlaşılır bir şekilde aktarıyor. Büyük farkındalıklar ve kitlesel duyarlılıklar uyandırıyor.


17 Eylül 2017 Pazar

GOMBRICH'E GÖRE MONA LISA

Leonardo da Vinci, Mona Lisa, 1502, Paris, Louvre

   Sanatın Öyküsü kitabının yazarı olan Gombrich, bahsi geçen kitabında insanlığın varoluşundan bu zamana kadar anlattığı dönemlerden birisinde (Rönesans) ünlü sanatçı Leonardo da Vinci ve onun ünlü eseri Mona Lisa'yı konu almıştır.
   Bu eser Lisa adında Floransalı bir kadının portresidir. Günümüzde bir çok afiş, dergi, kartpostalda görebileceğimiz kadar fazla ünlenmiştir. Bu durum bir sanat yapıtı için pek büyük bir şans değildir.
   Mona Lisa'nın gülümsemesinde bir hüznün saklandığını görür gibiyiz. Her büyük sanat yapıtının bize ilettiği giz dolu bir izlenimdir bu. Ancak Leonardo bu etkiyi nasıl ve hangi araçlarla elde ettiğini çok iyi biliyordu. Bu büyük doğa gözlemcisi insan gözünün düzengesini çok iyi biliyordu.


RESİMDEKİ DETAYLAR

   Bir figür çizgisi çizgisine ayrıntısı ayrıntısına ne denli özenle resmedilmişse, o figürün hareket edip soluk alabileceğini o denli az düşlemliyoruz. Sanki sanatçı onu büyülemiş de, Uyuyan Güzel masalının kahramanları gibi, sonsuz bir devinimsizlik duruşuna tutsak etmiş gibi gelir. Ressamlar bu güçlükten kurtulmak için çeşitli yollar denediler. Fakat sorunun doğru çözümünü yalnız Leonardo buldu. Kenar çizgileri eğer katıca çizilmeyip, biçim sanki gölgede kayboluyormuşçasına biraz belirsiz bırakılırsa, her türlü katılık ve kuruluk izlenimi yok olacaktır.

   İşte Leonardo'nun 'sfumato' (giderek erime) adı verilen ünlü buluşu budur. Leeonardo sfumato yönteminden bilinçle ve geniş çapta yararlanmıştır. Bizim ifade dediğimiz şey portrede özellikle iki noktada, ağzın köşeleriyle gözlerin köşelerinde gizlidir.
   Leonardo'nun, yumuşak  bir loşluğa daldırarak özellikle belirsiz bıraktığı yerler bunlardır işte.
Ayrıca tabloyu dikkatle gözlemlersek, ıkı yarısının birbiriyle simetrik olmadığının farkına varırız. Bu durum, çok belirgin bir biçimde arkadaki düş ve düşlem dolu doğa görünümünde göze çarpıyor. Soldaki ufuk çizgisi sağa göre daha alçaktır. Bu yüzden dikkatimiz, sola odaklanınca, Lisa bize daha yüksek ve dik görünüyor. Yüzü de, duruşun değişmesine göre değişiyor, çünkü yüzde de iki taraf uyum içinde değil.

   Kısacası, adına çok sayıda hikayeler, efsaneler uydurulan Mona Lisa'yı teknik olarak ele aldığımızda her şey açıklanıyor.  

25 Haziran 2017 Pazar

SANAT ALANINDA OKUNMASI GEREKEN KİTAPLAR 2

   Sanat alanında okunması gereken kitaplar serimin ikinci bölümünü derledim. İlk bölümde de bu bölümde de kendi okuduğum, beğendiğim ve faydalı olabileceğini düşündüğüm kitapları yazdım. Bu yazımdaki kitaplar öncekilere göre çok daha uygun fiyatlı ve herkesin okuyup anlayabileceği daha yalın anlatımlara sahipler.
 
1. Balzac- Bilinmeyen Şaheser


  Balzac'ın yazdığı bu kısa eser teorik bir kitap gibi görünse de bir olay örgüsünden oluşuyor. Okurken ister istemez kendinizi de olayın bir parçası gibi hissediyorsunuz. Kitaptaki baş karakter kendi dönemindeki büyük bir resim sanatçısının yanına çırak olarak kabul ettiği tek kişi. Yani o dönemdeki bir usta-çırak ilişkisinden söz edebiliriz burada. 
   Baş karakterimizin zaman geçtikçe kendini geliştirdiğini saray ressamı olmasından anlıyoruz. Ama bu ustalaşma ve fazla mükemmeliyetçilik onu bir çıkmaza sokuyor.


2. Paul Klee - Modern Sanat Üzerine



Bu kitaptan önceki yazımda alıntılar paylaşmıştım. Okurken fazla teorik ve terimsel olacağını bu yüzden de sıkılacağımı düşünmüştüm ama biraz konsantre ile okunduğunda kolay anlaşılır ve etkileyici olduğunu gördüm.
  Kitap Paul Klee'nin bir sergi açılışında verdiği konferanstan derlenmiştir.



3-John Berger-Bento'nun Eskiz Defteri


En sevdiğim yazarı sorsalar kuşkusuz 'John Berger' derim. Gerek anlatım biçimi olsun gerek seçtiği konular olsun bende büyük bir hayranlık uyandırıyor. Bu kitap ise okuduğum ilk kitabı. 
  Ünlü filozof Spinoza yazmayı sevdiği kadar çizmeyi de seven biridir ve yanında hep bir eskiz defteri taşır. Ölümünün ardından tüm notlarına, yazdıklarına ulaşılmış ancak eskiz defteri ortadan kaybolmuştur. John Berger, Spinoza'yı okurken defterin içinde neler olabileceğini hayal etmiş ve olası çizimler yapmıştır. Bu çizimlere de kitapta yer vermiştir.


   


27 Mayıs 2017 Cumartesi

PAUL KLEE - MODERN SANAT ÜZERİNE

Paul Klee "Senecio"

  Bugün Paul Klee'nin bir sergi açılışında verdiği konferans temel alınarak yayımlanan kitabı "Modern Sanat Üzerine"yi bitirdim. Başta fazla terimsel gelse de okudukça yanıldığımı farkettim. Oldukça başarılı ve farklı bir kitap. Özellikle altını çizerek okuduğum bazı yerleri burada da paylaşmak istedim. Bazı alıntılar;

   Ressam olarak sürüklendiğim yöne başkalarını da yönlendirme araçlarını elimde tuttuğumu hissetmeme rağmen, sadece sözcükleri kullanarak aynı güvenilir yol göstericiliği başarabileceğimden korkuyorum.
  ...
   Ancak sözcüklerin tek başlarına size yönelmeyecekleri, belki resimlerimden aldığınız birtakım belirsiz izlenimleri tamamlayıp yoğunlaştıracakları düşüncesiyle kendimi avutuyorum.
  ...
  Zamanın geçişiyle görüntüden silinen her boyuta diyeceğiz ki:Sen şimdi Geçmiş oluyorsun. Fakat olasılıkla daha sonra çok önemli bir anda tekrar yeni bir boyutta karşılaşabiliriz. Ve bir kez daha sen Şimdi olabilirsin.
   ...
   Ve boyutların sayısının artmasıyla birlikte, yapının bütün farklı parçalarının aynı anda görüntülenmesinin giderek güçleştiğini anladığımız zaman büyük bir sabırla çabalarımızı sürdürmemiz gerekiyor.
  ...
   Fakat kendimi belki de öylesine anlaşılır kılacağım ki, sonuçta herhangi bir resimde bu çok sayıdaki boyut ile eş zamanlı bağlantı görüngüsünü rahatça görebilmemiz açısından daha iyi bir konumda olacaksınız.
  ...
   Çünkü biraz hayal gücüyle, karmaşık bir yapıya ait herhangi bir görüntü doğadaki görüntülerle karşılaştırılabilir.
  ...
   Resimlerdeki nesneler bize sakin veya sert, gergin veya dingin, yatıştırıcı veya ürkütücü, kederli veya gülümseyerek bakarlar.
   ...
   Belki de sanatçı gönülsüz bir felsefecidir ve iyimserle birlikte bu dünyayı bütün olası dünyaların en iyisi yada bir model olmayacak kadar kötü kabul etmese de şöyle der:
  "Şu andaki biçimi bakımından bu dünya mümkün olan tek dünya değildir."
  ...
   Kendi yolunu sonuna kadar izlemeyen sanatçı küstahtır. Fakat ilksel gücün tüm evrimi beslediği bu gizli bahçeye girebilen sanatçılar seçilmiş kişileridir.

*Paul Klee'nin "Modern Sanat Üzerine" adlı kitabından alıntıdır.

21 Mayıs 2017 Pazar

LE TABLEAU FİLM ELEŞTİRİSİ


    İsmi Fransızca'da 'Tablo' anlamına gelen Türkçe'ye 'Mutluluğa Boya Beni' şeklinde çevrilen bu animasyon filmin yapım yılı 2011. Aslında çok eski sayılmaz. Ancak bu bilgiyi edinmeden önce nedense filmin çok daha eski bir yapım olduğunu düşünmüştüm. Belki bu düşüncemin sebebi çizimlerdeki sadelik; izlerken insanı sakinleştiren, yormayan basitlik. Hatta bahsettiğim bu sadelik filmdeki bazı figürlerde çok daha fazla. Çünkü onlar, "Yarımlar ve Eskizler" yani ressam tarafından boyaması bitmemiş figürler. Bu, belki ressamın tembelliği belki de tercihi... Tahmin ediyorum ki bu filmi izleyen ressam adayları ve ressamlar artık yarım veya eksik tablo, çizim bırakmayacaklar.
     Filmde yarımlar ve eskizlerin haricinde bir de "Tastamamlar" var ki onlarda boyaması tamamen bitmiş figürler. Ne yazık ki yarımlar ve eskizler, tastamamlar tarafında pek sevilmiyor hatta karanlık ormanda yaşamaya mahkum edilip ışığa ve şatoya gelmeleri yasaklanıyor. Gerek sürekli karanlık ormanda olmaları gerekse yarım olmaları ve bu nedenle dışlanmaları bu figürlerde mutsuzluk ve bunalım hali oluşturuyor. Onlar da tastamamlar gibi şatoda saatlerce eğlenmek, ışığın içinde olmak istiyorlar. Öyle bir an geliyor ki birkaç karakter kabuklarını kırıp büyük bir maceraya atılıyorlar. Amaçları ise, resmi yapan ressamı bulmak ve kendilerini tamamlamasını istemek...
     Konusu bir hayli ilgi çekici olan bu film izlerken bende güzel hisler oluşturdu. Özgünlüğü ise beni ayrıca etkiledi. Son olarak da şunu belirteyim, filmin yönetmenliğini Jean François Laguionie üstleniyor.









10 Mayıs 2017 Çarşamba

EMPRESYONIZM (İZLENİMCİLİK)

  19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkmıştır. Bu akımda sanatçı; doğayı veya insanı gerçekçi bir şekilde çizmektense onda oluşturduğu hissi, duyguyu ve düşünceyi resmeder. Soyut tasvirler ve kişisel yorumlar ön plandadır. Sanatçılar, çoğunlukla doğada çalışmayı tercih eder, atölyelerinde ve kapalı ortamlarda pek çalışmazlar. Güneşin doğuşunu, batışını, ışığını, hareketini yakalamak ve bunları resimlerinde izleyicilere hissettirmek isterler.
  Monet'in "İzlenim:Gün Doğumu" adlı ünlü tablosu akımın ismine ilham olmuştur.
 Temsilcileri;
. Claude Monet
. Auguste Renoir
. Van Gogh
. Cezanne
. Camille Pissarro
. Alfred Sisley
. Edouard Manet
. Mary Cassatt
. Georges Seurat
. Paul Gauguin


Monet'in akıma ismini veren tablosu "İzlenim:Gün Doğumu" (1872)




Auguste Renoir "Bal Du Moulin de la Galette" (1876)




Van Gogh "Yıldızlı Gece" (1889)
(Belki de akımın anlaşılabilirliği için en uygun eser)




Alfred Sisley 




Edouard Manet "Şemsiyeli Kadın" (1886)




Mary Cassatt 




Camille Pissarro "Pontoise Bahçesi" (1875)






4 Şubat 2017 Cumartesi

JEANNE D'ARC'IN ÖTEKİ ÖLÜMÜ

 
Not:Görsel, Tiyatro Sitesinden Alıntıdır.
  

   Dün 'Askıda Ne Var' adlı üniversite öğrencilerine ücretsiz yemek, kıyafet, tiyatro ve konser bileti sağlayan sosyal girişim projesi kapsamında kazandığım bilet ile tiyatroya gittim. Oyunun ismi Jeanne D'arc'ın Öteki Ölümü. Daha önce izlemiştim ancak bir tiyatro oyunu defalarca izlenince asıl anlamını buluyor bence. Her izleyişte insana daha farklı şeyler katıyor, daha farklı duygular hissettiriyor. Tiyatroyu bu yüzden seviyorum işte... Sizlere tavsiyem televizyon başında vakit kaybetmek yerine çıkın tiyatroya gidin, yaşadığınızı hissedin. Bana tekrar bu mutluluğu yaşattığı için 'Askıda Ne Var' ekibine sonsuz teşekkürler.

   Jeanne D'arc'ın Öteki Ölümü, Eskişehir Şehir Tiyatroları'nın birbirinden güzel(bunu çok samimi şekilde yazıyorum) ve başarılı oyunlarından birisi. Üç kişi rol alıyor ve tek perde. Toplumsal sistem dahil birçok şeyi sorguluyor ve farkındalık yaratıyor. Bazen güldürürken bazen de hüzünlendiriyor ve sonunda herkes ayakta alkışlıyor.